Cansu
New member
He, She, It Takısı Neden Gelir? Gramerin Cinsiyet Tuzağı mı, Mantığın Disiplini mi?
Arkadaşlar, artık şu meşhur “he, she, it takısı neden gelir?” meselesini bir konuşalım mı? Çünkü her İngilizce öğrenen insanın bir noktada boğazına takılan, “neden ya neden bu -s geliyor?” diye sinirle sorduğu bir konu bu. Ama kimse sormuyor: Bu gerçekten sadece bir dilbilgisi kuralı mı, yoksa daha derin bir mantığın, hatta kültürel bir kalıbın ürünü mü? Bu yazıyı okuyan herkesin bir fikri olacak, eminim. Ama ben burada sadece kuralı değil, o kuralın ardındaki düşünme biçimini sorgulamak istiyorum.
“He, She, It” Sadece Bir Dilbilgisi Meselesi mi?
Ders kitapları diyor ki: “3. tekil şahıs öznesiyle fiil kullanıldığında fiile ‘-s’ takısı gelir.”
Yani:
- He runs.
- She works.
- It rains.
Tamam da... neden?
Neden “I run”, “You run” oluyor da “He runs” oluyor? Neden “they run” diyebiliyoruz ama “he run” diyemiyoruz?
İşte bu noktada, İngilizce dilbilgisinin sadece kurallar bütünü değil, aynı zamanda bir düşünce sistemi olduğunu fark ediyoruz.
İngilizce, kökeninde mantık merkezli ve bireyden topluma doğru örgütlenen bir dil. “He”, “She”, “It” zamirleriyle birlikte gelen “-s” takısı, aslında fiilin yükümlülük taşıdığını gösteriyor. Sanki dil diyor ki:
> “Eylem senin değilse, ben bunu işaretlemeliyim.”
Yani bir çeşit dilsel mesafe koyma biçimi. “Ben” konuşurken zaten eylemi üstleniyorum, ama “o” bir başkası — ben değil. Bu fark, dilin yapısına işlenmiş.
Ama... bu kadar mı basit?
Mantığın Arkasında Gizli Bir Cinsiyet Meselesi
Dikkat edin: “He” ve “She” zamirleri bile dilin cinsiyetçi tarihinden kalma izler taşıyor. İngilizcede bile bir öznenin cinsiyetine göre fiil biçimi değişmese de, o ayrım zamirde başlıyor. Biz Türkçe’de “o” diyip geçerken, İngilizce hâlâ “he” ve “she” arasında ayrım yapmak zorunda hissediyor. Bu bile başlı başına dilin, düşünceyi nasıl kalıba soktuğuna dair bir ipucu.
Şimdi düşünelim:
Eğer bir dilin öznesi bile cinsiyetle tanımlanıyorsa, fiilinin sonuna gelen “-s” gibi küçük bir işaret bile, belki de otoriteyi temsil ediyor. “He works” cümlesi, tarih boyunca erkek öznenin eylemde öncelikli olduğunu hissettiren bir kültürel iz değil mi?
Kısacası, “he, she, it takısı” sadece dilbilgisel bir kalıntı değil, aynı zamanda kültürel bir izdir.
Kadınlar ve Erkekler: Kurala Bakışta Zihinsel Farklar
Dil öğreniminde bile fark ediyoruz bunu. Erkek öğrenciler genellikle “kuralın mantığını çözmeye” odaklanıyor. “Hocam neden -s geliyor, bunun bir mantığı olmalı” diye soruyorlar. Stratejik, sistematik, sonuç odaklı bir yaklaşım.
Kadın öğrenciler ise genellikle örüntüyü hisle kavrıyor. “He talks, she runs... kulağa böyle doğru geliyor” diyor. Daha empatik, daha insan merkezli bir yaklaşım bu.
Biri kuralı çözmeye çalışıyor, diğeri dili hissetmeye.
İkisi de haklı. Çünkü dil hem mantıktır hem duygudur.
Ama “he, she, it takısı neden gelir” sorusuna sadece mantıkla değil, dilin ruhuyla da yaklaşmak gerekiyor.
Peki Ya Dil Mantığa Değil, Duyguya Dayalı Olsaydı?
Şöyle düşünelim: Eğer dil mantıktan çok duygudan beslenmiş olsaydı, “he runs” yerine “he run” derdik. Çünkü konuşurken “s” takısını eklemek doğal akışı bozar. Duygusal akışta, sadelik her zaman ön plandadır.
Yani belki de bu kural, dili duygudan uzaklaştırıp sistematikleştiren bir tarihsel tercihin sonucudur.
Diller, tıpkı toplumlar gibi, disiplinleştikçe duygusallığını kaybeder. İngilizce’nin Almanik kökenlerinde gördüğümüz sert kurallar, Latince’den aldığı mantıksal form, bu “-s” takısının ardında da duruyor.
Ama o zaman sormak lazım:
> “Biz dil öğrenirken mantığı mı öğreniyoruz, yoksa mantığın tarihini mi ezberliyoruz?”
> “He, she, it takısı bir öğrenme gereği mi, yoksa dilin dayattığı bir itaat biçimi mi?”
Modern Dünyada ‘-s’ Takısının Direnişi
Bugün sosyal medyada, informal yazışmalarda birçok kişi artık “he run” gibi biçimleri kullanıyor. Çünkü dil değişiyor. Kuralcılığa karşı bir tür dijital isyan var.
“Grammar police” olarak bilinen gramer fanatikleri buna karşı çıksa da, dil doğası gereği esnektir.
İnsanlar hızla yazarken, “s” takısını unutuyor, hatta umursamıyor bile.
Peki bu kötü mü?
Yoksa bu, dilin doğasına — yani değişime — geri dönüş mü?
Dilbilimciler bile artık “he, she, it takısı” gibi kuralların gelecekte eriyebileceğini söylüyor. Çünkü iletişimin amacı artık “doğruluk” değil, “anlaşılabilirlik.”
O zaman, “-s” takısı belki de dilin son direnen kalesi; kurallı, disiplinli, sistematik bir dünyanın sembolü.
Forumdaşlara Açık Çağrı: Sizce Bu Takı Gerekli mi?
Şimdi size soruyorum:
- “He runs” demek zorunda mıyız, yoksa “he run” da yeterince anlaşılır mı?
- Dilin kuralı mı kutsaldır, yoksa insanın anlaşılma ihtiyacı mı?
- “-s” takısı bir düzen mi sağlar, yoksa bireysel ifade özgürlüğünü mü bastırır?
Kimi diyecek ki, “kural olmazsa kaos olur.”
Kimi de diyecek, “kurallar varsa yaratıcılık ölür.”
Ama şu kesin: Her “he, she, it takısı neden gelir?” sorusu, aslında “dil neden bizi sınırlıyor?” sorusunun küçük bir yankısıdır.
Ve belki de artık o yankıyı susturmak değil, dinlemek gerekiyor.
Arkadaşlar, artık şu meşhur “he, she, it takısı neden gelir?” meselesini bir konuşalım mı? Çünkü her İngilizce öğrenen insanın bir noktada boğazına takılan, “neden ya neden bu -s geliyor?” diye sinirle sorduğu bir konu bu. Ama kimse sormuyor: Bu gerçekten sadece bir dilbilgisi kuralı mı, yoksa daha derin bir mantığın, hatta kültürel bir kalıbın ürünü mü? Bu yazıyı okuyan herkesin bir fikri olacak, eminim. Ama ben burada sadece kuralı değil, o kuralın ardındaki düşünme biçimini sorgulamak istiyorum.
“He, She, It” Sadece Bir Dilbilgisi Meselesi mi?
Ders kitapları diyor ki: “3. tekil şahıs öznesiyle fiil kullanıldığında fiile ‘-s’ takısı gelir.”
Yani:
- He runs.
- She works.
- It rains.
Tamam da... neden?
Neden “I run”, “You run” oluyor da “He runs” oluyor? Neden “they run” diyebiliyoruz ama “he run” diyemiyoruz?
İşte bu noktada, İngilizce dilbilgisinin sadece kurallar bütünü değil, aynı zamanda bir düşünce sistemi olduğunu fark ediyoruz.
İngilizce, kökeninde mantık merkezli ve bireyden topluma doğru örgütlenen bir dil. “He”, “She”, “It” zamirleriyle birlikte gelen “-s” takısı, aslında fiilin yükümlülük taşıdığını gösteriyor. Sanki dil diyor ki:
> “Eylem senin değilse, ben bunu işaretlemeliyim.”
Yani bir çeşit dilsel mesafe koyma biçimi. “Ben” konuşurken zaten eylemi üstleniyorum, ama “o” bir başkası — ben değil. Bu fark, dilin yapısına işlenmiş.
Ama... bu kadar mı basit?
Mantığın Arkasında Gizli Bir Cinsiyet Meselesi
Dikkat edin: “He” ve “She” zamirleri bile dilin cinsiyetçi tarihinden kalma izler taşıyor. İngilizcede bile bir öznenin cinsiyetine göre fiil biçimi değişmese de, o ayrım zamirde başlıyor. Biz Türkçe’de “o” diyip geçerken, İngilizce hâlâ “he” ve “she” arasında ayrım yapmak zorunda hissediyor. Bu bile başlı başına dilin, düşünceyi nasıl kalıba soktuğuna dair bir ipucu.
Şimdi düşünelim:
Eğer bir dilin öznesi bile cinsiyetle tanımlanıyorsa, fiilinin sonuna gelen “-s” gibi küçük bir işaret bile, belki de otoriteyi temsil ediyor. “He works” cümlesi, tarih boyunca erkek öznenin eylemde öncelikli olduğunu hissettiren bir kültürel iz değil mi?
Kısacası, “he, she, it takısı” sadece dilbilgisel bir kalıntı değil, aynı zamanda kültürel bir izdir.
Kadınlar ve Erkekler: Kurala Bakışta Zihinsel Farklar
Dil öğreniminde bile fark ediyoruz bunu. Erkek öğrenciler genellikle “kuralın mantığını çözmeye” odaklanıyor. “Hocam neden -s geliyor, bunun bir mantığı olmalı” diye soruyorlar. Stratejik, sistematik, sonuç odaklı bir yaklaşım.
Kadın öğrenciler ise genellikle örüntüyü hisle kavrıyor. “He talks, she runs... kulağa böyle doğru geliyor” diyor. Daha empatik, daha insan merkezli bir yaklaşım bu.
Biri kuralı çözmeye çalışıyor, diğeri dili hissetmeye.
İkisi de haklı. Çünkü dil hem mantıktır hem duygudur.
Ama “he, she, it takısı neden gelir” sorusuna sadece mantıkla değil, dilin ruhuyla da yaklaşmak gerekiyor.
Peki Ya Dil Mantığa Değil, Duyguya Dayalı Olsaydı?
Şöyle düşünelim: Eğer dil mantıktan çok duygudan beslenmiş olsaydı, “he runs” yerine “he run” derdik. Çünkü konuşurken “s” takısını eklemek doğal akışı bozar. Duygusal akışta, sadelik her zaman ön plandadır.
Yani belki de bu kural, dili duygudan uzaklaştırıp sistematikleştiren bir tarihsel tercihin sonucudur.
Diller, tıpkı toplumlar gibi, disiplinleştikçe duygusallığını kaybeder. İngilizce’nin Almanik kökenlerinde gördüğümüz sert kurallar, Latince’den aldığı mantıksal form, bu “-s” takısının ardında da duruyor.
Ama o zaman sormak lazım:
> “Biz dil öğrenirken mantığı mı öğreniyoruz, yoksa mantığın tarihini mi ezberliyoruz?”
> “He, she, it takısı bir öğrenme gereği mi, yoksa dilin dayattığı bir itaat biçimi mi?”
Modern Dünyada ‘-s’ Takısının Direnişi
Bugün sosyal medyada, informal yazışmalarda birçok kişi artık “he run” gibi biçimleri kullanıyor. Çünkü dil değişiyor. Kuralcılığa karşı bir tür dijital isyan var.
“Grammar police” olarak bilinen gramer fanatikleri buna karşı çıksa da, dil doğası gereği esnektir.
İnsanlar hızla yazarken, “s” takısını unutuyor, hatta umursamıyor bile.
Peki bu kötü mü?
Yoksa bu, dilin doğasına — yani değişime — geri dönüş mü?
Dilbilimciler bile artık “he, she, it takısı” gibi kuralların gelecekte eriyebileceğini söylüyor. Çünkü iletişimin amacı artık “doğruluk” değil, “anlaşılabilirlik.”
O zaman, “-s” takısı belki de dilin son direnen kalesi; kurallı, disiplinli, sistematik bir dünyanın sembolü.
Forumdaşlara Açık Çağrı: Sizce Bu Takı Gerekli mi?
Şimdi size soruyorum:
- “He runs” demek zorunda mıyız, yoksa “he run” da yeterince anlaşılır mı?
- Dilin kuralı mı kutsaldır, yoksa insanın anlaşılma ihtiyacı mı?
- “-s” takısı bir düzen mi sağlar, yoksa bireysel ifade özgürlüğünü mü bastırır?
Kimi diyecek ki, “kural olmazsa kaos olur.”
Kimi de diyecek, “kurallar varsa yaratıcılık ölür.”
Ama şu kesin: Her “he, she, it takısı neden gelir?” sorusu, aslında “dil neden bizi sınırlıyor?” sorusunun küçük bir yankısıdır.
Ve belki de artık o yankıyı susturmak değil, dinlemek gerekiyor.